-
Felsefe Nedir?
“Felsefe Nedir? ele aldığı konuların kapsamı itibarıyla etkileyici bir kitap. Felsefi açıdan önemli ve merak uyandıran konular, entelektüel bir adanmışlıkla kaleme alınmış sarih metinler… Felsefeye yeni başlayanlar için önemli bir kaynak.” Stephen Hetherington, UNSW, Avustralya “Felsefe Nedir? alanında önde gelen akademisyenlerin kaleme aldığı ufuk açıcı bir çalışma. Felsefe disiplininin güncel temel konularını canlı bir üslupla ele alan bu eser, yeni başlayanlar için son derece faydalı olacaktır.” Claudine Tiercelin, Collège de France ve Institut Jean Nicod, Fransa
-
Kent Sosyolojisi
Günümüzde kent sosyolojisinin en çok araştırma yapılan alanı küresel kentlerdir. Artık küresel kent çalışmaları farklı coğrafyalardaki kentleri birbirleriyle olan bağlantılarıyla incelemeyi gerektirmektedir. Bu kitap, küresel kentlere odaklanmak suretiyle soylulaştırma, gelir eşitsizliği, sınıfsal ayrışma, turizm ve kültürel ekonomi gibi konu başlıklarını ayrıntılarıyla incelenmektedir. Okuyucu bu kitapta geleneksel olarak kent sosyolojisiyle ilişkilendirilen çoğu konuya dair tartışmalar bulacaktır. Modern kentler sanayileşmenin pek çok veçhesiyle ilişki içerisinde incelenirken, küresel kentler sanayisizleşme ve postmodernizm bağlamında analiz edilmektedir. Kavramlarla somut mekânlar arası bağlantı kurmada ve çağdaş kentsel gelişmenin küresel doğasını kavramada yol gösterici bir ders kitabı…
-
Arap Ayaklanmalarını Yeniden Düşünmek
2010 yılının son günlerinde Tunus’ta başlayıp bütün Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerini içine alan bir dönüşüm sürecine Arap Baharı adının verilmesi, uzun bir kış sonrasında gelen bahar aylarıyla kurulmak istenen benzerlik nedeniyle idi. Bazı ülkelerde 40 yıla varan siyasi süreklilik veya durağanlık sonrasında tarih çok hızlı akmaya başladı ve hemen hiç kimsenin beklemediği şekilde birbiri ardına bölge ülkelerinde ciddi değişimler gerçekleşti. Her bir ülkede farklı toplumsal sebeplerden bahsedilebilecek olsa da değişimin yaşandığı pek çok ülkede olaylara neden olan bir dizi siyasi ve ekonomik unsurdan bahsetmek mümkündür. Ortadoğu’da sistemik bir kırılmaya yol açan Arap ayaklanmalarının başlangıcı ve sonrasındaki gelişmeleri farklı dinamikleri dikkate alarak yeniden değerlendiren bu çalışma, sürecin ikinci on yılında geçmiş tecrübeler ve mevcut durumu dikkate alarak bölgenin geleceğine ışık tutmaya çalışmaktadır.
-
Rusya İmparatorluğu’nun Müslümanları
Kitap, Rusya İmparatorluğunun son yıllarındaki hızlı değişim sürecine odaklanarak, Rusya’nın İdil-Ural Havzasında yaşayan Müslüman toplulukların çetrefilli dönüşüm sürecini, çarlık idaresini ve uzun 19. asırda (1789-1914) etkili olan bölgelerarası değişimin ve etkileşimin dinamiklerini ele alıyor.
-
Şairin Filistini
Mourid Barghouti, 1967 Arap-İsrail savaşı nedeniyle otuz yıl süreyle Filistin dışında yaşamak zorunda bırakılan dünyaca ünlü Arap şair ve entelektüel. Barghouti, elinizdeki eserde, bir yandan memleketine kavuşma anını ve uzun bir aradan sonra yeniden kavuştuğu memleketinin durumunu satırlara döküyor, diğer yandan da sürgünde geçirdiği otuz yılda Filistin siyasetinde yaşanan dönüm noktaları hakkında kayda değer tespitlerde bulunuyor.
-
Kamusal Entelektüel
Bu siyasi hatırat, Richard Falk’un hem kamusal entelektüel hem de gezgin yurttaş olarak uluslararası düzeyde seçkin bir isim haline gelişini çocukluğu, eğitim hayatı, eserleri ve aktivizmi ekseninde ortaya koyuyor. Falk’un kamusal gündeminde öne çıkan iki tema, günümüz çatışmalarına kafa yormak ve insani ve ekolojik sınırlara duyarlı bir gelecek tasavvur etmektir.
-
Sınırda
Dallmayr entelektüel olarak fenomenoloji, varoluşçuluk ve eleştirel teoriden hermenötik, postmodernizm ve post-sekülerizme kadar birçok büyük perspektifle etkileşim içinde olmuş ve bu onun kendine özgü bakış açısını şekillendirmesine katkıda bulunmuştur. Bu çerçevede Dallmayr, ben ve öteki arasındaki temasları egoya, diyaloğu monoloğa, diyalojik kozmopolitliği şoven iktidar politikalarına ve ilişkiselliği durağan kimliğe yeğlemiştir.
-
Çağdaş Felsefi Bilinç Kuramları
Çağdaş felsefi bilinç kuramlarının ana çerçevesini doğalcılığın fizikselcilikle eşitlendiği veya ona dayandırıldığı yorumlar belirler. Bu çerçevenin en temel özelliği ise teizmin hem yöntemden hem de ontolojiden dışlanması, doğalcılık ve teizm arasında bir çelişki olduğunun kabul edilmesidir. Bilinç konusu da bu çelişkinin en bariz destekleyici olarak sunulur. Sunulan bu dünyada en fazla panpsişizm ve Budizm gibi teist olmayan inançlara yer vardır. Ancak özellikle fenomenal deneyim ve özgür iradeyi açıklamaya ilişkin sorunlara dikkat edildiğinde, doğalcılığın bu yorumlarının kendi sınırlarını zorladığı da ortaya çıkar. Bu bağlamda şu soruları dile getirmek anlamlıdır: Peki, gerçekten doğalcılık zorunlu olarak ateizmi gerektirir mi veya başka bir deyişle doğalcılık ile teizm birbiriyle çelişir mi? Doğalcılığın farklı bir yorumunda, bilince dair bilimsel bulguların teizmle çelişmeyecek hatta izah gediğini kapatacak şekilde yorumlanması mümkün değil midir?
-
Siyasal Düzen
Kitabın birinci bölümü genel olarak siyasal düzenin mahiyeti üzerinde duruyor. Bu bağlamda, evrensel seviyede aranan veya benimsenen bir siyasal düzen modelinin var olup olmadığı tartışması yapılıyor. Kabaca da olsa kültürler arası tarihsel bir taramanın gösterdiği üzere, kökenleri insan tabiatına dayanan belli bir siyasal düzen modeli fikrinin, fiiliyatta ne ölçüde hayata geçirildiğinden bağımsız olarak, tüm dünyada her zaman muteber veya ideal görüldüğü sonucuna varılıyor. Bu ideal durum, bir yandan kamusal düzeni tesis edebilecek ve etkin bir yönetim kurabilecek şekilde iktidarın temerküzüne, diğer yandan da adalet düşüncesi üzerinden iktidarın sınırlandırılmasına dayanıyor. Bu şemada adalet nosyonu kritik bir yerde duruyor. Zira iktidar temerküzü, mantık gereği, iktidarın kendi cinsinden bir karşı iktidarla sınırlandırılamayacağı anlamına geliyor. Geriye muktedirlerin kendi kendilerini sınırlandırmaları seçeneği kalıyor, ki bu da müşterek ve aşkın bir adalet anlayışıyla sağlanıyor.
-
Yeniçeriliğin Tarihi 2. Cilt
İkinci cilt iki ana bölüm olarak tasarlandı. İlk bölümde Yeniçeri Ocağı ve yeniçerilerin sefer durumu ele alındı. Yeniçerilerin sefere katılan ve katılmayanları belirlendikten sonra birinci ciltte ele alınan tashih ve be-dergâhın sefere götürme vasıtaları çok yönlü bir uygulama olduğundan teferruatlı şekilde gösterildi. Akabinde ise yeniçerilerin savaş kabiliyetleri, organizasyonları ve ordu içindeki durumları incelendi. Birinci bölümde son olarak kaldırılmaya kadarki süreçte ocağın durumu değerlendirildi. Tabii bu kısım, üzerinde daha mufassal çalışma yapıldığından biraz kısa tutuldu. İkinci bölümde yeniçerilerin maaşları, tayinat ve tahsisatları, ortaların malvarlıklarının idaresi, yeniçerilerin askerlik dışı işlerle meşguliyetleri ve karşılığında tabi oldukları mali mükellefiyetler incelendi. İlk bölümde olduğu gibi ikinci bölümde de ele alınan hususlar yüzyıllar boyunca büyük değişiklikler gösterdiğinden ilk halleri veya başlama zamanları tespit edilmeye gayret edildi ve sonrasındaki değişiklikler gösterildi.
-
Yeniçeriliğin Tarihi 1. Cilt
Kitabın bu ilk cildi geniş bir giriş kısmıyla beraber iki bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında yeniçeriliğin kuruluşu, teşkilat yapısı ve geçirdiği değişim, ortaların yapısı, zabitler ve görevliler klasik dönem temelinde ele alındı. Yeniçeri Ocağı’nın insan kaynağına ayrılan birinci bölümde, ocak tarihi boyunca nefer istihdamındaki değişim ve farklı usuller yanında diğer sınıflara geçişler ele alındı. İkinci bölümde ağırlıklı olarak klasik dönem sonrasında merkez-kale-taşra mevcutları, esâmî işlemleri incelendi. Bu bölümde ayrıca giriş kısmında ele alınan klasik dönem yapısında meydana gelen değişiklikler ve nefer mevcudundaki artışın zabitlerin derecesine ve ortaların idaresine tesirleri tespit edildi.
-
Siyasetin Yeni Bilimi
Bu kitap, 1952 yılında Chicago Üniversitesinde yayımlanan New Science of Politics isimli kitabımın tercümesidir. Bu kitabın ortaya çıkış serüveni hakkında bir aydınlatma, okuyucunun onu daha iyi anlamasına yardımcı olacaktır. Kitabın altı bölümü, 1951 yılı güz döneminde Chicago Üniversitesinde sunduğum Hakikat ve Temsil konulu Walgreen Lectures seminerinin notlarıdır. Çağımızdaki siyasetin teorik problemleri hakkındaki bilgi pek yaygın olmadığından, yazının kitap olarak yayımlanmasında daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaşabileceği şekilde kitabın adını değiştirmek yayınevi tarafından uygun bulundu. Giambattista Vico’nun* Yeni Bilim’ini (Nuova Scienza) hatırlatır diye Siyasetin Yeni Bilimi (Die Neue Wissenschaft der Politik) adına karar verdim. Zira nasıl Vico’nun Siyasetin ve Tarihin Yeni Bilimi Galilei’ye muhalefet olarak tasarlandıysa, elinizdeki ders notları da pozitivizmin hâkim metotlarının aksine siyaset bilimini klasik anlamda yeniden tesis etme denemesidir. İncelemenin bu yönünü daha güçlü vurgulamak için bu notlara giriş bölümü eklendi. Walgreen Lectures seminerlerini sunma fırsatı, bu arada üç cilt olarak yayımlanmış olan Order and History isimli kitabımın (Louisiana State University Press - Oxford University Press) düzenlenmesiyle yoğun bir şekilde uğraştığım bir dönemde doğdu. Eğer okuyucu burada sunulan teorinin ele alınan örneklerin dışında daha büyük malzeme ilişkilerine uygulanabilir olup olmadığını sorarsa, bunun cevabını Order and History’nin ciltlerinde aramak zorunda kalacaktır. Siyasetin ve tarihin bir teorisinin kısa tasviri, bu teorinin üzerinde geliştirildiği malzeme kütlesini sunamayacağı için bu kaçınılmazdır.
-
Bilgi Felsefesi Nedir?
Okuyucuya önerimiz, bu kitabı baştan itibaren dikkatlice okumasıdır. Çünkü bu kitapta Türkçe literatürde olmayan türde bir felsefi problematik hâkimdir. Dikkatsiz okumalarda okuyucu açısından ortaya çıkabilecek daha olumsuz durum ise, felsefi tartışmaların Gettierci yöntemle yürütülüyor olmasından kaynaklanan anlama zorluğudur. Bu yöntemin temel özelliği, tartışmayı felsefi sorunun ortaya çıktığı (veya çıkması muhtemel) pratik durumlara dayanarak ele almaktır. Bu durum bizi meseleyi anlamak için hayal gücümüzü devreye sokmaya davet eder. Çünkü sabit pratik durumlar yazıya döküldüğünde ve analiz edildiğinde olduğundan daha karmaşık görünür, oysa yazıda ifade edilen durum, belki de gündelik hayatta karşılaştığımız ve bildiğimiz türden bir olayın tasviridir... Eğer konuya ve bu kitaptaki felsefi yönteme dair daha önce okuma yapmadıysanız (ki muhtemelen Türkiye’deki Öncül Analitik Felsefe ve Kualia Analitik Felsefe ekipleriyle karşılaşmadıysanız öylesiniz) bu kitabı baştan itibaren dikkatli bir şekilde bütünlüklü olarak okumanız gerekecektir. O zaman bu kitabın ne kadar zevkli ve güçlü bir felsefi içeriği olduğunu daha kolaylıkla kavrayabilirsiniz. Kitabın baştan sona organik bir bütünlüğe sahip olduğunu aklınızda tutmanız gerekir.
-
Siyaset, Ahlak ve Töre
Sosyal bilimlerde önemli bir konuma sahip düşünürler, geliştirdikleri kavramlar açısından iki farklı grupta ele alınabilirler. Bunlardan birincisi, çok küçük anlam farklılıklarına sahip çok sayıda kavram geliştiren ve anlaşılmaları için kavram listeleri ve hatta okuma kılavuzları hazırlanan düşünürlerdir ki bu gruptaki düşünürlerin en önemlilerinden biri Max Weber’dir. İkinci gruptaki düşünürler ise az sayıda veya belki de tek bir kavramsal ayrıma sahip olmakla birlikte bu kavramı veya varyasyonlarını tüm eserlerinde kullanan düşünürlerdir. Bu gruba dâhil edilebilecek en önemli düşünürlerden biri olan Ferdinand Tönnies’in cemaat ve cemiyet ayrımı, tüm eserlerinin hem lafzında hem de ruhunda bir hayalet gibi dolaşmaktadır. Sosyal ilişkiler olsun, ekonomik veya hukuki ilişkiler olsun Tönnies hangi konuyu ele alırsa alsın onları, bu iki kavram altında incelemektedir. Ferdinand Tönnies’in seçilmiş eserlerinden derlediğimiz bu kitapta, onun üç eserinin çevirisi sunulmaktadır.
-
Amerika'da Yükseköğretim
Amerika’da Yükseköğretim tarihsel arkaplanına girmeksizin ulusal miras zemininde yükseköğretimin ABD’deki mevcut sorunları hakkında kapsayıcı bir gündem inşa ediyor. Kitap yükseköğretimin temel tartışma alanlarında (lisans eğitimi, meslek eğitimi, erişim, giriş sistemi, yönetim, finansman, araştırma, yayın, daimi kadro vd.) halihazırdaki durum ve eğilimleri inceliyor. Amerikan yüksek- öğretim sisteminin kurumsal yapısının tartışıldığı Bağlam kısmı kurum tiplerini, kurumsal amaç ve hedefleri, büyüme yönelimlerini, akademik yönetimdeki sorunlare ele alıyor. En geniş kısmı oluşturan lisans ve lisansüstü düzeydeki temel konu başlıkları sekiz alt bölümde inceleniyor: Farklı türdeki diploma derecelerine yönelen talebin yapısı; harç ücretleri ve öğrenci kredi borçları; üniversitelerin fon ve kaynak yapılarında yaşanan yenilik, kriz ve değişimler; üniversiteye giriş ve kabul politikalarındaki çatışmalı eğilimler; yükseköğretimin kitleselleşme ve evrenselleşmesiyle ortaya çıkan kurumsal yayılım; müfredat geliştirme, öğrenme teknikleri ve öğreticilerin eğitimi alanlarındaki gelişmeler; eğitim-öğretimin farklı düzeylerinde gerekli reform başlıkları ile lisansüstü eğitimdeki kalite, okul terk ve araştırmacıların eğitimi. Üçüncü kısım hukuk, tıp ve işletme eğitimlerini vaka olarak seçiyor ve meslek eğitimi ile pratiğindeki sorunların doğasına eğiliyor. Bu üç meslek okulunda eğitim-öğretim ve öğretim üyesi meselelerine ilişkin hem yakın tarih hem de güncel gelişmeler ayrıntılı olarak ele alınıyor. Kitabın son kısmı ise araştırmanın değişen doğası ve organizasyonu, akademik yayınların niteliği ve gerekliliği ile akademik özgürlükler bağlamında daimî kadro sorunlarını çok boyutlu olarak tartışıyor.
-
Siyasi Dinler
“Siyasi dinler” hakkındaki bu eser, ilk defa 1938 yılının Mayıs ayında Viyana’da yayımlandı. Yayınevinin geçici nasyonal sosyalist yönetimi, bu kitabın yayılması için pek gayret sarf etmediğinden eser, neredeyse hiç tanınmadı. Ama yine de, bilgili okuyucular nezdinde, diğer eserlerimle kıyaslanabilir düzeyde eleştirel tepkiler alacak kadar bilinirlik kazandı. Meseleyi ortaya koyma tarzımın son derece objektif olduğu, bu sebeple de aslında karşı çıkmaya niyetlendiğim dünya görüşlerini ve hareketleri –özellikle de Nasyonal Sosyalizmi– destekliyormuş gibi göründüğüm gerekçesiyle bana sitem edilmektedir. Yine bu tarzımın, kendi duruşumu şüpheye yer bırakmaksızın ortaya koyacak bir şekilde hüküm verme ve yargıda bulunma kararlılığından yoksun olduğu ileri sürüldü.
-
Biyolojiyi Benzersiz Kılan Nedir?
Çoğu bilim felsefecisinin, bilim felsefesinin problemlerinin mantıkla çözülebileceğine inanmasını anlamıyorum. Philosophy of Science dergisinin tüm sayılarında yer alan sonu gelmez tartışmalar, çözüme ulaşmak için en iyi yolun bu olmadığını göstermektedir. Deneysel bir yaklaşım daha iyi bir yol gibi gözükmektedir. Gerçekten de varılan bu sonuç, sorulması gerekli bir soruyu doğurmaktadır: Bilim felsefesine geleneksel yaklaşımın mümkün olan en iyi yol olup olmadığı. Biyoloji felsefesi yapılması planlanıyorsa, bununla yüzleşilmelidir. Geleneksel yaklaşım, biyolojinin diğer tabiat bilimleri gibi bir bilim olduğu varsayımına dayanır, ancak bu varsayımın sorgulanacak pek çok yanı vardır. Bu durum, biyoloji felsefesi yapılırken bilim felsefesinin şimdiye kadarki geleneksel yaklaşımından farklı bir yaklaşım seçmemesi gerekip gerekmediğinin sorgulanmasını gündeme getirir. Bu sorunun cevaplanabilmesi için biyolojinin kavramsal çerçevesinin derin bir analizinin yapılması ve fiziğin kavramsal çerçevesiyle karşılaştırılması gerekmektedir. Görünen o ki, böyle bir analiz ve karşılaştırma hiç yapılmamıştır. Bunu yapmak, bu eserin temel hedefidir.
-
Dünya Tarihinde Ticaret
Tarihle ilgili kitapların çoğu, zaman, mekân ve konu gibi bildik kategoriler altında sınıflandırılabilir. Bu çalışma ise biraz alışılmışın dışındadır; çünkü her şeyden önce, sosyal bilimlerin tanınmış disiplinleri arasında belirsiz bir yerde durmaktadır. Bu noktada tarihsel iktisadi antropoloji etiketi, bu eseri nitelendirmeye diğerleri kadar uygundur. Yine de söz konusu bu üç disiplin arasında öncelikli olan tarihtir. Çalışma aynı zamanda küçük fakat gelişen bir alan olan karşılaştırmalı dünya tarihi kapsamına girmektedir. “Karşılaştırmalı” denmesinin sebebi, çalışmada kültürler arası ticaretle ilgili belli olguların soyutlanarak aralarındaki benzerlik ve farklılıkların araştırılmasıdır. “Dünya” nitelendirmesi çalışmanın her yerde olup bitenleri “kapsama” gayretinden değil, Batılı etnosentrik bakıştan kaçınma çabasından ileri gelmektedir. “Tarih” denmesi ise eserin çok uzun bir dönemde gerçekleşen değişimleri ele almasından kaynaklanır. Tarih şeklinde adlandırılmasının bir nedeni de eserin tarihçilere ait, “İnsan toplumları zaman içinde nasıl ve neden değişmiştir?” sorusunu sormasıdır. Ancak çalışma, iktisatçı ve antropologların ele aldığı değişim türleriyle de ilgilidir ve bu nedenle bu alanlardan kimi kavramları ödünç almıştır.
-
Deleuze, Sinema ve Felsefe
Gilles Deleuze’e göre zaman, yeninin yaratılması için sürekli tekrarlanan olanaklılık olarak tanımlanan Olay’dır. Şüphesiz sinema 1895 yılında doğarken kimse onun felsefi bir makine olmak bir yana, bir sanata dönüşeceğini bile tahmin edemezdi. Sinemanın kökleri hakkında Deleuze şunları söyler: “Bir şeyin özü asla başlangıcında ortaya çıkmaz; sahip olduğu güçlerin doğrulandığı oluşum sürecinde ortaya çıkar.” Yeni bir şeyin ortaya çıktığını ancak geriye dönüp baktığımızda fark edebiliyoruz. “Bir şeyin özü asla başlangıcında ortaya çıkmaz.”: aynı sözler Deleuze’ün 1983 ve 1985 yıllarında Fransa’da yayımlanan iki ciltlik sinema ve felsefe çalışması Cinéma 1. L’Image-Mouvement ve Cinéma 2. L’Image-temps için de geçerlidir denebilir. Her ne kadar kitaplar kısa zamanda tercüme edilip 1986 ve 1989 yıllarında Minnesota Üniversitesi yayınlarından ABD’de çıkmışsa da takip eden on yıl içinde Anglofon film çalışmaları üzerindeki etkileri çok az olmuştur. İlk olarak 1991 yılında, birinci Körfez Savaşı’nın en civcivli günlerinde Paris’teyken bu kitaplar hakkında bir değerlendirme yazısı kaleme alarak işe başlamıştım. Küçük bir proje olarak başlayan çalışma, hayatımın beş yılını harcadığım Gilles Deleuze’s Time Machine ismiyle ortaya çıktı. Deleuze’ün benim için neler ifade edeceği hakkında o zamanlar çok az fikrim vardı: daha birçok şeyle birlikte “bir felsefi dost,” bir aracı, bir kavramsal kişilik.
-
Deleuze’ün Film Felsefesinin İzleri
Gilles Deleuze’e göre zaman, yeninin yaratılması için sürekli tekrarlanan olanaklılık olarak tanımlanan Olay’dır. Şüphesiz sinema 1895 yılında doğarken kimse onun felsefi bir makine olmak bir yana, bir sanata dönüşeceğini bile tahmin edemezdi. Sinemanın kökleri hakkında Deleuze şunları söyler: “Bir şeyin özü asla başlangıcında ortaya çıkmaz; sahip olduğu güçlerin doğrulandığı oluşum sürecinde ortaya çıkar.” Yeni bir şeyin ortaya çıktığını ancak geriye dönüp baktığımızda fark edebiliyoruz....Felsefe, bir kendini icat yahut Foucault’un veciz ifadesiyle “benden başkası olma” yolculuğudur. Aynı zamanda felsefe –kavram icat etme ve yaratma yönüyle –pragmatizmdir. Kişi başkasının fikrini keşfetmek için felsefeden bahsetmez; aksine yaratma eylemi içinde kendisi için düşünmek amacıyla yapar bunu. Gilles Deleuze’ün fikirlerini keşfe çıkarken, sevgili okur, topluluğumuzun veya göçebe aşiretimizin sanal üyesi, yalnızca felsefe dinlemeyi veya okumayı değil, felsefe yapmayı da ihmal etme. Bunu şimdi, kendimiz için yapmalıyız. 2009 yılındayız ve Gilles Deleuze’ün film felsefesinin izleri tekrarlanmaya, yeni düşünceleri ateşlemeye devam ediyor. Yeni Deleuze yüzyılına hoşgeldiniz!
-
İlerleme ve Sorunları
Epistemoloji kadim ve önemli bir alandır. 1920’lere kadar da bu önemini korumuştur. Bu tarihten sonra değişimi ortaya çıkaran ise, her biri bilginin araştırılmasında önemli bir dönüşüme sebep olmuş birbirinden çok farklı üç gelişmenin bir araya gelmesidir. Birincisi, Platon ve Aristoteles’ten beri düşünürlerin varsaydığı gibi, bilginin ne kesin ne de değişmez olduğunun farkına varılmasıyla ortaya çıkan krizdir. İkincisi, felsefeyle akademik olarak ilgilenenlerdeki artan mesleki dar görüşlülük ve bununla bağlantılı olan, psikoloji ve sosyoloji gibi –başlarda geliştirilen epistemoloji kuramlarında önemli rol oynayan– disiplinlerin bir şeyin içyüzünü anlama noktasında sunabileceği hiçbir ilgi çekici kavrayışın olmadığı şeklindeki inançtır. (Daha sonra bu dar görüşlülük, “bilgi problemi”ni meslekten filozoflara devretmeye dünden razı olan diğer alanlardaki bilim insanlarının safiyane kurnazlıklarıyla desteklendi.) Sonuncu ve daha korkunç gelişme ise (özellikle İngilizce konuşulan dünyada) bilginin doğasının, onun mevcut en güzel örneği olan doğa bilimlerine karşı mutlu bir cehalet içinde kalınsa bile yine de kavranılabileceği düşüncesine yönelik artan eğilimdir.
-
Hz. Ayşe’nin Minderi
Bu kitaptaki amacım Müslümanların görsel tasvirlere yönelik tavırlarını araştırmak; görsel nesnelerle tasvirlerin çeşitli Müslümanlık bağlamlarında bu-güne kadar ve halen nasıl anlaşılıp algılandığını kavramsallaştıran stratejiler sunmak. İnsanların görsel dini nesneyle karşılaştıklarında ne gördükleri, algıla-dıkları ve buna ne tepki verdikleriyle ilgileniyorum. Kitap boyunca Müslümanların bilinçli olarak temsili bir dini sanatlarının olmadığını düşündükleri bağ-lamlarda algının doğasına dair açıklamalar öneriyorum; bu analiz üzerinden din, sanat ve algılama arasındaki ilişkilere dair daha geniş meseleler hakkında düşünüyorum. Başlangıç tezim görece açık, yenilikçi olduğu da pek söylenemez: İslami görsel sanatların tek kabul edilebilir formlarının mimari ve kaligrafi olduğu konusunda genel bir kanı vardır. Bu görüşe göre Hz. Muhammed’in hayatı üzerine illüstrasyonlu kitaplar, Fârisî dünyada dini kişiliklerin musavver temsil geleneği ve birkaç ünlü caminin süslemeleri gibi dikkate değer istisnaların dışında İslam dünyasında çok az resimli dini sanat örneği vardır. Bununla birlikte, Müslümanlar ilahi olanın insan yapımı nesnelerde bulunabileceğini inkar etse de görsel dini sanatlar (ki tasviri sanatlar bunun bir alt kümesidir) İslami toplumda yaygın olarak bulunur. Modern çalışmalar bu olguyu tanımladı fakat altında yatan tarihi ve felsefi sebepleri layığıyla bulmakta başarısız oldu.
-
Küreselleşmenin Kısa Tarihi
“Küreselleşme” uzun süre sadece çağdaş durumun teşhisine yönelik bir kavramdı. Başlangıçta çok dikkate alınmayan ve sadece ekonomi uzmanlarının özel yayınlarıyla sınırlı olan bu kavram, 1990’lı yıllardan bu yana şaşırtıcı bir kariyer yaşadı. Pek çok dilin kelime dağarcığına eklendi. Çeşitli bilim dalları onu üst kategori (Le-itkategorie) haline getirdi. Küreselleşme veya küresellik, küresel tarih veya küresel kapitalizmle ilgili literatür günden güne artmaktadır. Halihazırda küreselleşmenin semantik ormanında koridor açmak için bir izci kıla-vuzuna ihtiyaç vardır. Ancak –derin bir anlama sahip olduğu görüntüsü, hakkındaki şüpheci soruları savuştur-duğu sürece– bu kavram, tam anlamı hususunda kaygılanılmasına gerek duyulmayan lafzi bir gösteriş malze-mesi olma tehlikesini taşır. Ancak şimdi “küreselleşme”ye gösterilen bu genel teveccüh esasen bir düşünce zaafının belirtisinden daha fazlasına işaret eder. Kavram rakipsiz bir şekilde meşru bir yeri doldurmaktadır: Bu çağa bir isim vermektedir. Son yıllarda mevcut çağa damgasını vuran durumu özlü bir şekil de ifade etmek kolay olmadı. Son yüzyılın ellili yıllarında kimileri “atom çağı” demek için can attı. Altmışlı ve yetmişli yıllarda bazıları kemale ermiş “endüstri toplumu”ndan, diğerleri “geç kapitalizm”den bahsederken seksenli yıllarda “risk toplumu” çok yankı yaptı. “Post-modern” de moda oldu, ancak somut bir şey ifade etmediği için toplumun genel bilincine yerleşemedi. “Küreselleşme” ise daha başka kalibrede bir kavramdır.
-
Yönetici Goethe
"Yönetici Goethe" dünya tarihinin ender görülen çok yönlü şahsiyetlerinden biri olan Johann Wolfgang von Goethe’nin hayatını idarecilik, çalışma disiplini, ev idaresi ve sosyal münasebetler yönünden ele almaktadır. Edebiyattan bilime, fizikten madenciliğe, mimariden inşaata, kimyadan anatomiye, iktisattan askeriyeye kadar pek çok farklı alana ilgi duymuş ve/veya o alanda çalışmış olan Goethe tüm bu faaliyetlerine dair pek çok kayıt ve evrak bırakmıştır. Bu kayıt ve evrak bugün Weimar’da bulunan Goethe ve Schiller Arşivinde hâlâ araştırmacıların hizmetine sunulmaktadır. Bu arşiv kaynak alınarak Goethe’nin gezileri, iktisatçılığı, yazarlığı, madenciliği vs. pek çok farklı konuda müstakil ve teferruatlı çalışmalar yapılmış olup yazar Georg Schwedt, Goethe’nin kimyacılığı, seyahatleri ve doğa bilimleri alanındaki araştırmaları gibi muhtelif konularda eser vermiş bir yazardır.
-
Osmanlı İmparatorluğu’nda Taşra Elitleri
“Taşra elitleri” kavramı Osmanlı bağlamında kullanıldığında ilk akla gelen ayan olacaktır, yani 17. yüzyıl sonlarından 19. yüzyıl başlarına kadar Osmanlı vilayetlerinde hakim unsur olan Müslüman ileri gelenler. Bununla beraber, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Taşra Elitleri” konulu Girit Halcyon Günleri Sempozyumu’nda (Resmo, 10-12 Ocak 2003) sunulan yirmi bir tebliğ, 15. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına uzanan geniş bir döneme ilişkin muhtelif konuları ele alarak “taşra elitleri”nin anlamını genişletip ayanlığın ötesine taşımıştır. Elit çalışmaları, sanayi toplumlarına ve sanayi-sonrası toplumlara özel bir atıfla, daha ziyade sosyoloji ve siyaset bilimi alanlarında gelişmiştir. “Elit” kavramı hakkında söylenebilecek ilk şey bunun biraz müphem bir kavram olduğudur. Kavramın üç temel anlamını özetle şu şekilde ifade edebiliriz: i. insan faaliyetlerinin her alanında “üst sınıf”, ii. gücü elinde tutanlar, iii. düşünce ve faaliyetleri en çok itibar görenler. Elit, tanımı gereği azınlık bir grubu ifade eder, zira bu gruba toplumun üst tabakasına mensup oldukları düşünülenler dahildir; ancak bu, toplumsal bir sınıf değildir. Aslında “elit” kavramı Marksist sınıf analizine bir tepki olarak doğmuştur: Sınıf kavramının çağrışımları öncelikle iktisadi iken elit kavramı büyük ölçüde siyasi güce atıfta bulunur. Bununla beraber bu iki kavram bir noktada kesişir ve 20. yüzyıl içerisinde Marksist ve elitist yaklaşımlar bir dereceye kadar iç içe geçmiştir.
-
Üniversiteler ve Bilgi Avrupası
Bu kitap hem yükseköğretimin Avrupalılaştırılmasının bir polisiye romanı, hem de politika değişiminin akademik çalışması olmayı hedeflemektedir. Bu doğrultuda, konunun hükümetlerin önüne geldiği andan Bologna sürecine kadar giden yoldaki tüm ayrıntılarıyla bir Avrupa yükseköğretim fikrini takip eder. Hemen tüm uzman ve düşünürlerin inandığı üzere Avrupa Topluluğu’nun (AT) Erasmus programı bir atılım meydana getirmiştir. Ayrıca Bologna süreci, hükümetler, üniversite ve öğrenci yapıları için öncekilere göre daha iyi bir dayanak oluşturan bir yeniliktir. Bu tespit şunu gösterir ki, politika kapasitesinin azaldığı yerlerde bile bu istek bir şekilde kendini her zaman diri tutmuştur. Esas mesele bunun niçin böyle olduğunu anlamaktır. Bu tespit, yükseköğretimde AT veya AB’nin rolü fikrine inatçı bir şekilde adanan aktörler tarafından oynanan kısmı da dâhil, siyasetin ve sürecin fırsatları ve kısıtlarıyla ilgili politika sonuçlarını anlamak için bizi cesaretlendirmektedir. AB klasik bir hükümet şekli olmamasına rağmen, onun gündeme getirilen veya rafa kaldırılan bir konuyu devreye alma hususunda teşhis edilebilir politika-oluşturma süreçlerini kullanan özel bir bağlamda ve özel kurumsal konfigürasyonlarda siyasete hayli tanıdık bir tarafı vardır. Bu çalışma, gözlerden uzaktaki gündem belirleme sürecini ve alınacak kararlardan önceki politika dönüşümlerini etkilediği için AB’de politika belirleme siyasetini öne çıkarmayı amaçlamaktadır.
-
Alman İdealizmini Anlamak
Alman İdealizmi 1781’de, Kant’ın "Saf Aklın Eleştirisi"nin yayınlanmasıyla başladı ve elli yıl sonra, Hegel’in ölümüyle son buldu. Aradaki yarım asır hiç şüphesiz felsefe tarihindeki en önemli ve en etkili zaman dilimlerinden biriydi. Bu dönemin filozofları ve geliştirdikleri fikirler felsefenin bütün alanlarını kökten değiştirdi ve hem beşeri bilimler hem de sosyal bilimler alanlarında hâlâ hissedilen bir etkiye neden oldu. Kant, Fichte, Schelling ve Hegel –en önemli dört Alman İdealisti–, Marx’a ve Kierkegaard’a, fenomenolojiye ve varoluşçuluğa, eleştirel teoriye ve postyapısalcılığa giden yolu açtılar ve bunu yaparak, çağdaş sosyal ve siyasal teoride, din araştırmalarında ve estetikte hâlâ hayli görünür olan bir iz bıraktılar. Öte yandan, başta Yeni-Kantçıların, mantıksal pozitivistlerin ve Bertrand Russell’ınkiler olmak üzere, Alman İdealizmine verilen tepkiler de analitik felsefenin kurulmasında etkili oldu. Analitik felsefe bugün de Avrupa felsefe geleneğini gittikçe daha incelikli bir biçimde kavrayarak ondan faydalanmaktadır. Dolayısıyla Alman İdealizmi hem kıta felsefesinin hem de Anglo- Amerikan felsefenin kökeninde yer almaktadır. Alman İdealizmi olmasaydı, ne 20. yüzyılın büyük kısmında felsefe disiplinini şekillendiren bu keskin hizipleşme, ne de günümüzde bu verimsiz entelektüel hizipleşmeyi anlayarak aşmak yönündeki umutları besleyen kaynaklar olurdu.
Yeni Çıkanlar
Siyaset, Ahlak ve Töre
Ferdinand Tönnies
Alman sosyoloji biliminin kurucularından Ferdinand Tönnies, 1887 tarihli Cemaat ve Cemiyet (Gemeinschaft und Gesellschaft) isimli kitabı ile düşünce tarihine ilişkin bir sentez ve kavramsal bir tasarım olarak cemaat ve cemiyet ayrımını geliştirdi. Bu kavram çifti, varyasyonlarıyla birlikte, onun tüm eserlerinin hem lafzında hem de ruhunda bir hayalet gibi dolaşmaktadır.
Bilgi Felsefesi Nedir?
Duncan Pritchard
Okuyucuya önerimiz, bu kitabı baştan itibaren dikkatlice okumasıdır. Çünkü bu kitapta Türkçe literatürde olmayan türde bir felsefi problematik hâkimdir. Dikkatsiz okumalarda okuyucu açısından ortaya çıkabilecek daha olumsuz durum ise, felsefi tartışmaların Gettierci yöntemle yürütülüyor olmasından kaynaklanan anlama zorluğudur. Bu yöntemin temel özelliği, tartışmayı felsefi sorunun ortaya çıktığı (veya çıkması muhtemel) pratik durumlara dayanarak ele almaktır.
-
Türkiye Söyleşileri
-
Yükseköğretim Çalışmaları