Kitaplarla tanışmaya başladığım ortaokul yıllarımdan ve de sonrasında hafızamda giderek oluşmaya başlayan siyasi tasavvurla birlikte gerçekleştirdiğim bütün okumalarımda, hep siyaset ve kültürü medeniyet ufku içinde harmanlayan bir siyasi figürün mümkün olup olamayacağını hayal ettim.
Bu yüzden de yıllarca büyük şair Sezai Karakoç’un neredeyse her dizesinde bir medeniyet perspektifi çizen şiirlerini, İslam’ın dirilişini, Ruhun Dirilişi’ni, Çağ ve İlham’ı, İslam’ın Ekonomik Sitrüktürü’nü okurken İslam medeniyetinin zengin ufkunda “Keşke Sezai Karakoç’un yönettiği bir Türkiye mümkün olsaydı” düşüncesiyle hep kadim bir medeniyet idrakine yaslanmıştım.
Ama ne yazık ki hayatın ve siyasetin gerçekleri her zaman hayallerimizin ufkuyla örtüşmüyor. Nice düşünce adamları, büyük sanatçılar hayatın her alanına ilişkin önemli tespitlerde bulunmuşlar, ufkumuzu zenginleştiren eserler ortaya koymuşlar, her zaman toplumun bir adım önünde yürümüşlerdir.
Kadim medeniyetlerin bütün inşa süreçlerinde devlet, ya bilge insanlar tarafından yönetilmiş ya da devleti yönetenler etraflarında hep bilgi ve hikmet sahibi insanlar bulundurmuşlardır.
Meselâ, Şeyh Edebâlî’nin, Osman Bey’e hitaben söylediği şu sözler anlamlıdır: “Ey oğul! ‘Bey’sin, bundan sonra öfke bize, uysallık sana… Güceniklik bize, gönül almak sana… Suçlamak bize, katlanmak sana… Yanılgı bize, hoş görmek sana… Bölmek bize, bütünlemek sana…”
Bu coğrafyanın sahip olduğu bir medeniyet özgüveniyle söylemek gerekirse, bugün de medeniyet ve kültür hafızası sağlam devlet adamlarına ya da onlara istikamet veren bilge insanlara ihtiyaç olduğu muhakkak.
Bugünlerde Ahmet Davutoğlu’nun yeni çıkan “Medeniyetler ve Şehirler” kitabını okurken zihnimde birazcık da olsa ideale yakın devlet adamı tarifi konusunda egzersiz yapmaya çalışıyorum. Elbette bu o kadar kolay bir iş değil, ama en azından aramak da pozitif bir çabadır diye düşünüyorum.
Malum Ahmet Davutoğlu ülkemizin son yıllarda yetiştirdiği pırıltılı bir bilim adamı, yakın zamana kadar başarılı bir başbakanlık tecrübesi yaşamış, aynı zamanda da medeniyet ve kültür hafızası sağlam bir siyaset adamı.
Davutoğlu’nun yeni kitabı ‘Medeniyetler ve Şehirler’ sadece gezi yazılarından ibaret bir kitap olmadığı gibi, sadece medeniyet-şehir ekseninde teorik metinlerden oluşan bir eser de değil. Belki şöyle söylemek daha doğru olur; alfabesini gözlem ve tahayyülün oluşturduğu ‘Medeniyetler ve Şehirler’ Davutoğlu’nun bizzat dokunduğu, hissettiği, hatta içselleştirdiği şehirlerdeki yaşanmışlık tecrübesiyle şehir ve medeniyet kavramını teorik temellere oturttuğu bir eser.
Kitabın satır aralarında dolaşırken net olarak görüyorsunuz ki Ahmet Davutoğlu Konya’dan İstanbul’a, New York’tan Kahire’ye, Roma’dan Kudüs’e, Katmandu’dan Pekin’e, Bağdat’tan Şiraz ve İsfahan’a, Horasan’dan Endülüs’e, Venedik’ten Timbuktu’ya kadar şehirlerin tarihi ya da modern yüzünü yansıtan sokaklarında dolaşırken sadece şehirlerin ruhunu okumuyor, aynı zamanda kültürel kodlarına da nüfuz ederek bir medeniyet hafızasıyla irtibatlandırma ameliyesinde bulunuyor.
Kitabı bütüncül olarak kavrayabilmek için Hoca’nın şu cümlesinin altını özellikle çizmek gerekiyor: “Anladım ki, medeniyet kimliği coğrafya ve etnisite aşan bir kimlikti.”
Şehirlere bu temellendirme üzerinden bakıldığında Hoca’nın ifadesiyle; her sokağını hıfzetmeye çalıştığı Mısır, “Konya ve İstanbul’da oluşan medeniyet kimliğinin farklı bir coğrafyadaki yansımaları”dır.
“Türkistan’dan Taşkent’e, Semerkant’a, Buhara’ya, Hiva’ya, Belh’e ve bu diyarlardan İran ve Anadolu üzerinden Konya’ya, Bursa’ya, Edirne’ye, Üsküp’e, Saraybosna ve Mostar’a kadar” uzanan bir varlık ve mekan idraki “Kültürel hafıza kodları Asya’dan Avrupa’ya bir aşk halkası” oluşturmaktadır.
Bu çerçevede Endülüs şehirleri “Tuleytula (Toledo), Gırnata, Kurtuba ve İşbiliye (Sevilla) asırlarca süren bütün tasfiye ve tahribe rağmen, bütüncül estetik derinliği ile ait olduğu medeniyetin ruhunu” taşımaktadır.
Aynı şekilde Yemen’de Sana’ya, Özbekistan’da Hiva’ya, Çin’de Şian’a, Japonya’da Kyoto’ya, Hırvatistan’da Dubrovnik’e, Nepal’de Katmandu’ya, İran’da Yezid’e ve ülkemizde Mardin’e kadar dünyanın farklı coğrafyalarında varlıklarını yaşayan ve bir açık hava müzesi gibi koruyan bu şehirler, aynı zamanda bir medeniyetin yaşayan özetini bünyesinde muhafaza etmektedirler.
Davutoğlu ‘Medeniyetler ve Şehirler’ kitabını, tarihin öznesi olan ‘eksen şehirler’, medeniyetin öncüsü olan ‘kurucu şehirler’, bir medeniyet tarafından kurulan şehirler, medeniyetlerin oluşumuyla aktarılan şehirler, medeniyet dönüşümüyle ruhunu kaybeden şehirler, bir medeniyetle birlikte tasfiye edilen şehirler, jeokültürel/jeoekonomik etkileşim hattı üzerindeki şehirler, farklı medeniyetlerle dönüşen ve medeniyetleri dönüştüren şehirler ana başlıkları altında çerçevelemiş.
Medeniyetler ve Şehirler’i, ‘kadim-modernite- küreselleşme’ ekseninde okuduğumuzda, eminim şehirlerin yaslandığı tarihsel hafıza zihnimizde daha da netleşecektir.
Karar Gazetesi
Mehmet Ocaktan