Entelektüel yayıncılıkta yeni bir açılım.

Türk Sineması’nda 90’lı yıllarda neler oldu?

          Türk Sineması’nda 90’lı yıllarda neler oldu?

Yöntem değişti. Muhtemelen en kısa şekilde böyle açıklanabilir Türk sinemasında doksanlı yıllarında gerçekleşen değişim. Uzun yıllar süregelen ve Anadolu’dan alınan siparişlere yönelik üretilen “altın çağ” Yeşilçam sinemasından, seks filmleri furyasından ve seksenli yıllardaki “sanat sineması” hezeyanlarından sonra doksanlı yıllarda Türk sineması sonunda kendi dilini aramaya ve bulmaya başladı. Bunda kendi hikâyelerini arayan, anlatan yönetmenlerin sahneye çıkması kadar, kuşkusuz üretim biçiminin değişmesinin de payı var.
Malum Yeşilçam döneminde filmler, parası olan bir yapımcı eşliğinde star (yıldız başrol oyuncusu), yönetmen, senaryo sıralamasına göre çekiliyordu. Anadolu’dan yapımcılara gelen telefonlarda, “Bu hafta bir Türkan Şoray’lı film yolla.” türü diyaloglar içinde karar verilen filmler, en hafif deyimle iptidai şartlarda çekiliyor, müthiş bir hızla kurgulanarak servis ediliyordu. Dönemin teknolojilerinin günümüze göre geri olması bir yana, kimi prodüksiyonel şartlar hakkında dönemle ilgili bilgiler de insanı şaşırtmıyor değil, örneğin 1972 yılında 298 kadar film çekilirken, Yeşilçam’da bulunan kamera sayısı bu ihtiyacı karşılamanın çok uzağında kalıyordu.
Doksanlı yıllarda ise üretim biçimi tamamen değişti. Kendi hikâyelerini anlatmak isteyen yönetmenler, bir dertle yola çıktılar, kitaptaki röportajda Ahmet Uluçay’ın da dediği gibi bir karın ağrıları, meseleleri vardı. Zor denkleştirdikleri bütçeleriyle yaptıkları filmlerle hikâyelerini anlattılar. Dolayısı ile sıralama hikâye, yönetmen, oyuncu şeklinde değişti.  Hikâyeleri onlara ulusal ve uluslararası arenada başarı ve ün kazandırdı.
 
Beş Yönetmen Beş Farklı Bakış Açısı
Dizinin beş kitabından her biri belirli bir eleştiri ve röportaj şablonuna otursa da aynı zamanda hepsi birbirinden farklı. Örneğin, Zeki Demirkubuz kitabında, yönetmenin filmlerinde etkilendiğini söylediği ve referans gösterdiği alan Friedrich Nietzsche, Fyodor Mihayloviç Dostoyevski ve Jean-Paul Sartre gibi yazarların sinemasına etkileri incelenirken, yönetmenle yapılan röportajda da bu konu detaylı bir şekilde konuşuluyor. İyilik, kötülük, ahlâk, ahlâkçılık ve insanlık üzerine soruların yanıtlarını bulduğu röportaj, yönetmenin kendi sinemasından çok, genel anlamda sinema kavramına bakışını açıklaması açısından da önemli.
Ahmet Uluçay hakkındaki kitap ise yönetmenin sinemasıyla ilgili yapılan okumaların yanında, kendi dilini arayan birinin geçtiği fiziksel yolu açığa çıkarması bakımından da dikkate değer. Ahmet Uluçay’ın yaşadığı köyde kendi alet edevatını yapıp, film gösterimleri düzenlediği bilinen bir durum, Uluçay’ın kendisi ile yapılan röportajlarda da anlattığı bu gerçek, tam da kendi dilini arayan ve biçimin söyleyeceği şeyi tamamen etkilediğini anlatan çok güzel bir örnek. Ahmet Uluçay sineması benim için zaten bir tür biçim içerik uyumudur. Uluçay sanki söylemek zorunda olduklarını ancak sinemayla, o araçla söyleyebilecek durumda olduğundan film çekmiş gibidir, bu duygu sinemasını izlediğinizde size geçer. Röportajında da temel olarak bu bağlamda açıklamalar yapması kitabı tüm sinemaseverler kadar sinema öğrencileri ve akademisyenler için de kaynak kitap statüsüne yükseltiyor.
Nuri Bilge Ceylan kitabı prestijli ödüllerin sahibi yönetmenin filmlerinin taşra, aidiyet, sıkışmışlık duygusu üzerinden yapılmış okumalarını barındırırken, bu kitapta röportaj kısmının olmaması, beş kitaplık serinin ilk baskısının belki de tek dezajantajı.
Doksanlı yılların enteresan yönetmenlerinden Derviş Zaim’e dair olan kitapta ise yönetmenin sineması filmlerinin hikâyeleri kadar, toplumsal bağlamları üzerinden okunurken, yönetmen ile yapılan röportajda filmlerindeki mekân kullanımı, estetik bakış ve geleneksel sanatlar ile sinemayı birleştirme çabası derinlemesine irdeleniyor. Aynı zamanda bir edebiyatçı olan Zaim’in (Yönetmenin 1995 yılında yayınlanmış Ares Harikalar Diyarında isimli, ‘Yunus Nadi Roman Ödülü’ aldığı bir romanı bulunuyor.) pek çok farklı disiplin üzerine görüşlerini de kitapta bulmak mümkün.
Semih Kaplanoğlu kitabı ise yönetmenin filmografisini derinlemesine incelerken, yapılan iki röportajla da sineması olduğu kadar, aynı Demirkubuz kitabında olduğu gibi sinemaya bakışı da ortaya çıkıyor. Filmlerinde karakterlerin üzerinden ülkeye dair söyledikleri kadar, sinemaya, filmlerindeki ritm duygusuna kadar pek çok konuda kendini ifade eden Kaplanoğlu bir anlamda kitapta sinemasının mihenk taşlarını okuyucularla paylaşıyor.
Doksanlı yıllarda değişen üretim şekliyle birlikte yeniden şekillenen ve kendi dilini arayan Türk sinemasının öne çıkan beş yönetmenini kapsayan yönetmen sineması serisi, kitaplarda yapılan film okumaları kadar yönetmenlerle yapılan söyleşiler aracılığıyla yönetmenlere de söz hakkı verilmesi bakımından öne çıkıyor. Film okumalarının yönetmenlerin söyleşileriyle desteklenmesi kitapların değerini arttırıyor.
 
Eda Günay
Kaynak : Cumhuriyet Kitap Eki