Lise tahsilim sırasında ülkedeki hakim zihniyetin kurbanı oldum. Şöyle: Erzincan İl Kütüphane Müdürü’nün oğlu ile sıra arkadaşı idik ve aynı takımda futbol oynuyorduk. Lise ikiye geçince bir tercih yapmak zorunda kaldık. Ya edebiyat ya fen. O zamanlar öyleydi. Zaten bir fen bir de edebiyat şubesi vardı. Fen sınıfı 35, edebiyat 50 kişi. Benim edebiyatım onun fen dersleri güçlüydü. Dedim “Oğlum fen kazıktır, yapamayız, gel edebiyata geçelim, ne de olsa futbolcuyuz”. Babasına söylemiş, babası “asla” demiş, “Fen okuyacaksın”. O yıllarda babaların sözü emirdi, ben babamı küçük yaşta kaybetmiştim. Arkadaş kurbanı olarak fen bölümünü seçtim. Takım ve sıra arkadaşım tıp tahsili yaptı. Son gördüğümde bir kasabanın hükumet tabibi idi. Allah razı olsun, onun yardımı ile liseyi bitirdim.
1950 yılından itibaren ülkemizde sosyal ilimlerin zayıflamış ışığı büsbütün söndü. ABD’nin tüm dünyayı etkileyen “hayat tarzı” sonucu bizde de “mühendislik” öne geçmişti. Bir mühendis karşısında bir “öğretmen”in kıymet-i harbiyesi kalmamıştı. Öyle günler gördük ki; öğretmen denilince geçim için sokakta limon satan bir gariban akla gelir oldu. (Fakir dahi 6 sene öğretmen olarak çalışmıştır.)
Demirel, Erbakan, Özal mühendis idi. Ve galiba onlar ülkemizi “muasır medeniyet” seviyesine taşımak istiyorlardı.
Modern teknolojinin güneşi gökkubbeyi kaplamıştı. Gelişmeyi-ilerlemeyi-çağdaşlaşmayı “O” tayin ediyordu. Biz çizilen şemaya göre, az-gelişmiş, gelişmekte olan veya geri-kalmış bir noktada duruyorduk. “İslâm terakkiye mani midir?” sorusu çok tartışıldı. Hedefte “İslâm” vardı. “Terakki” tartışma dışında kaldı.
Bir iktisatçı olan kardeşim Dr. Mustafa Özel peşpeşe iki kitap çıkardı: “Roman Diliyle İktisat” ve “Roman Diliyle Siyaset” (Küre Yayınları, Mart 2018). (Bu iki eserin Siyasal Bilgiler, İktisat ve Edebiyat fakültelerinde ders kitabı olarak okutulmasını tavsiye ederim. Bu yazıda ilki üzerinde duracağım.)
Romanın doğuşu, gelişmesi “Batı”da olduğu için Batılı meşhur romancıların bazı eserleri ile Rus romancılar ve yerli yazarlarımız söz konusu ediliyor.
Batı düşüncesi ve siyasi hayatında “güç” yani hakimiyet ve iktidar nasıl gökten yere inip akabinde “sermaye”nin eline geçiyorsa; bu sürecin baş rolünde “modern teknoloji”yi görüyoruz.
“Kâğıt para” da bu yaklaşımın önemli aktörüdür. Üretim-tüketim zinciri (endüstri) kurulmuş, fasit dairenin imhası muhal hale gelmiştir. Bu gidişat dünyayı ve insanı ağır ağır yokediyor, kimsenin elinden birşey gelmiyor.
Roman kapitalizmin hakimiyet sürecinde yaşanan savaşları, çatışmaları, çekilen acıları, kazanılan zaferleri zihniyet ve hissiyatın kılcal damarlarını, değişim sancılarını, siyaset-hukuk-eğitim-iletişim vb. ne varsa hayatımızda bunlara nasıl biçim verildiğini dile getirirken; elbette “güç”ün kaynağına işaret ediyor: Sermaye. “İhtişam ve sefaletin” müsebbibi. İktisat bilinmeden edebiyat yapılmaz, anlaşılmaz.
Elbette günümüzde “hoşça vakit geçirmek için bir oyun ve eğlence”ye dönüşmüş edebiyatı kastetmiyorum.
Edebiyat bu “Gösteri Çağı”nda varolmak için elinden geleni yapıyor. Hayfa!
Elli sene önce gazetelerin bir tam sayfa veya yarım sayfa “Kültür-Sanat-Edebiyat” köşeleri vardı.
Bugün bunlar yok.
Yerine iki-üç sayfa “ekonomi” haberleri-yorumları var.
Bu nedir?
Bu şudur: Mühendisliğin de pek kıymeti kalmadı. “Finans” öne geçti.
Yani: Sermaye. Duvar yıkıldı ve tarihin sonu geldi. “Global bir köy” olduğu söylenen dünyada konforumuzu sağlamak, güvenceye almak, ilerlemek (!) için sıcak para, faiz, dolar, FED kararları ile yatıp-kalkacağız.
Mustafa Özel roman diliyle (dil bir ileşitim aracıdır ve iletişimin derin devletidir) iktisadın âdemoğluna nasıl bir dünya, nasıl bir “hayat tarzı” dayattığını sarahaten anlatıyor.
Burnu büyük iktisatçıların roman okumasını, maveradan inemeyen romancıların iktisat öğrenmelerini istiyor.
Her ikisi birden “insanı tanıma sanatı”nın ders kitabıdır. Roman drama düşen insanı anlatır. Peki sonuç: Özel bir “sonuç” yazmamış, gerekli görmemiş. Onun yerine ben bir teklif yapayım: Allah’a, kitaba, Peygamber’e, âhırete inananlar önce “Hududullah”ın çerçevesini çizmeli. (Ki meçhul değil malumdur). Bu çerçeve içinde roman veya iktisatla uğraşmalı. Bu yolda imal-i fikir Müslümanların başlıca görevidir. Yani zihnî, fikrî bağımsızlık. Başka türlü yerli ve milli olunamaz.
Çağdaş Küresel Medeniyet içinde bu ne kadar mümkündür? Elbette zor. Çok zaman alır. Âkif ne diyor: Allah’a dayan, sâye sarıl, hikmete râm ol / Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol.
Acıyla gülümsemiş olsak da eskilerin şu sözünü hatırlayalım: Ya terakki ya inhitat.
Mustafa Kutlu
Yeni Şafak