Türkiye 21. yüzyılda kendisine nasıl bir varlık alanı inşa edecek?
Bu soruyu cevaplandırmak için hangi değerleri ve atıf çerçevesini esas alacağımızı tespit etmek, temel kavramların yeniden ele alınmasını zorunlu kılmaktadır. Ne kendisi kalabilen ne de başkası olabilen bir öznenin yaşadığı varoluşsal sorunların ağırlığı altında zihni ve ahlaki duruşa sahip olmak kolay bir iş değildir. Türkiye’nin gelenek ve modernite, ahlak ile hukuk, anlam ile özgürlük, bireysel kimlik ile kolektif aidiyet arasında yaşadığı gerilim, tepeden inmeci, yüzeysel ve zecri modernleşme politikalarının da etkisiyle Türkiye’nin bir özne olarak kendisine, tarihine, kültürüne, dinine ve nihai kertede dünyaya yabancılaşmasına neden olmuştur. Bir taraftan dünyayla entegre olmak adına her şeyi ötekileştirmek ve küçük milliyetçiliklere hapsolmak, Türk modernleşmesinin sağ ve sol versiyonlarının ürettiği bir sonuçtur. Küreselleşme ve çoğul- modernite çağında Türkiye bu yüklerinden kurtulmaya çalışmaktadır.
Bu çalışma esas itibariyle bu yüklerin ürettiği maliyetin Türkiye’nin zihni, ahlaki ve siyasi ufkunu nasıl daralttığını tahlil etmekte ve bu yüklerden kurtulmanın yollarını araştırmaktadır. Mesele, yeni bir modernleşme yoluna girmek yahut yeni ittifak sistemleri içinde yer almak değildir; mesele, akli ve ahlaki ilkelere dayanan bir varoluş biçimi inşa etmek ve bunu aynı zamanda hem kendimiz kalarak hem de evrensel ilkeler manzumesi üzerinden yapmaktadır. Varoluşumuzu anlamlı kılmak için sahip olduğumuz imkanları harekete geçirmek bu yolculuğun ilk adımıdır.
Kitapta; kendisiyle barışık ve dünyaya yabancılaşmamış, kendi ben-tasavvurunu ortaya koyabilmiş ve dünyanın farkında bir düşünme biçiminin neticelerini farklı konu başlıkları altında ortaya koymaya çalıştık. Bu hedefe ulaşmak için muhasebe ve inşa düzlemleri arasında sürekli ve dinamik bir ilişkinin bulunduğunu akılda tutmak gerekiyor. Tek başına muhasebe sadece aynaya bakmamızı sağlar. Şüphesiz bu değerli bir çabadır. Fakat aynadaki sureti gördükten sonra ne yapmamız gerektiğine dair de bir fikrimizin ve irademizin olması gerekir. Bu, muhasebeden inşaya geçmek demektir. Muhasebe ve inşa arasındaki etkileşimin ve geçişkenliğin canlı tutulması, bir geleneğin hayatiyet bulmasının ve yaşamını sürdürmesinin temel şartıdır. Gelenekte mündemiç olan “henüz söylenmemiş” olan şeyi bulup çıkarmak ve söylemek ve böylece geleneğe yeni bir unsur eklemek (gelen-e-nek), muhasebe ve inşa dinamizmiyle mümkün olabilir.
Kitabın ilk bölümünde Aydınlanmanın ve Türk modernleşmesinin muhasebesini yaparken, inşa sürecine zemin teşkil edebilecek temel meseleleri ortaya koymaya çalıştık. “Toplumsal muhayyile” kavramı bize bu yolda rehber olabilecek imkanlar sunduğu için, bu kavramın hem İslam düşünce geleneğinde hem de modern düşüncedeki kökenlerine indik. Burada tanımladığımız şekliyle toplumsal muhayyile, bir toplumun en genel kavramsallaştırmalarından en somut tutum ve davranışlarına kadar bütün zihin ve ahlaki kodlarını şekillendiren düşünce, his ve eylemler bütününü ifade eder. Toplumsal muhayyile, bir dünya görüşünün, varlık tasavvurunun ve medeniyet anlayışının epistemik, etik ve estetik tezahürlerine atıfta bulunur.
Bir taraftan sağlam ve derin kökleri olan ve böylece dünyada bir var olma noktası (merkezi) bulunan, diğer taraftan açık ufuk perspektifiyle dünyaya bakan ve yeni imkanlara kapı aralayan bir özne olmak mümkün müdür? Bu soru, bu çalışmanın temel sorunsallarından birini oluşturuyor.
Bu çalışma, modernitenin ve aydınlanmanın temel iddialarını sorgularken, bunların Türkiye tecrübesinde tekabül ettiği yeri tespit etmeye çalışıyor ve mevcut ikilemlerin yerine “biz ve onlar” gibi yeni dikotomiler inşa etmektense, moderniteyi de aşan varolma ve düşünüş biçiminin imkanlarını araştırıyor.
Kaynak : http://www.hazargrubu.org/etkinlikler/bu-ayin-duyurulari/717.html