Bir Hayalin Peşinde: Ahmet Uluçay
Dönüşen Bir Dil: Semih Kaplanoğlu
Bundan 9 yıl önce ilk filmi Herkes Kendi Evinde’yle seyircisini selamlayan Semih Kaplanoğlu, bugün artık Altın Ayı başta olmak üzere, pek çok önemli ödülü göğüslemiş, ulusalda olduğu kadar, uluslararası arenada da kendini kabul ettirmiş bir yönetmen. 2001 yılında aidiyet kavramını üç farklı karakter üzerinden sorgulamaya açarak çıktığı yolda, giderek tek karakterin Yusuf’un derin varoluşsal sıkıntılarına odaklanarak yürümeye devam etti. Nihayet tarihler
Tıpkı Ahmet Uluçay sinemasında olduğu gibi, Kaplanoğlu’nda da metafizikle kurulan güçlü ilişki hemen göze çarpıyor. Her iki yönetmende de zaman ve mekân birer sınır olmaktan çok, varlığı aşkın olana ulaştıracak yollar haline geliyor. İnsanın özsel yapısı, bir türlü terk edemediği taşralılık ve modernizmin dayattığı salt akıl üzerine kurulu dünya tasavvurunun reddine dayalı sinemasal dil, yine iki yönetmen arasında kurabilecek paralelliklerden sayılabilir.
Kaplanoğlu, kendi iç dünyasında yaşadığı dönüşümü, filmografisine en yalın haliyle yansıtmış bir yönetmen aynı zamanda. Takip ettiği yolda güzelliğin yalnızca estetik değil, ahlaki/etik anlamları da haiz olduğunu, ortaya koyduğu filmler yoluyla ifade etmeye çalışıyor.
İlk filminden başlayarak, Meleğin Düşüşü’nde devam eden soruların ve yersiz yurtsuzluk problematiğinin cevabını ‘Yusuf Üçlemesi’nde vermeyi başarıyor. Yusuf’ un sıkıntıları üzerinden bir ters okumayla, yönetmenin rüyasını yorumlama imkânına kavuşuyoruz ve aslında filmin akışına bir şekilde dâhil ediliyoruz. Geçmişin ve geleceğin harmanlandığı an olarak şimdi’ de kesişen yollar, seyirciyle yönetmeni aynı hikâyede bir araya getirmiş oluyor. Onun zamanla kurduğu derinlikli ilişki biçimi, geçmişi ve bugünü içine alan bir şimdi tasavvurunda berraklaşıyor.
Yönetmenin filmografisi boyunca dert edindiği meselelerin, kronolojik bir sırayla okuyucunun dikkatine sunulduğu Yönetmen Sineması: Semih Kaplanoğlu kitabı, Kaplanoğlu sinemasına giriş niteliğinde bir çalışma. Herkes Kendi Evinde filmini aidiyet ve dil kavramlarıyla ele alarak çıkılan yolda, Meleğin Düşüşü’yle imlenen bunalımlarla duraklıyor, bir süre yönetmenin ‘nereye’ gittiğini sorguluyoruz. Ardından üçlemenin açtığı kapıdan geçerek, dilin daha görünür hale geldiği, Kaplanoğlu’nun bıraktığı izlerin derinleştiği bir ormanda buluyoruz kendimizi ve sonunda Kaplanoğlu’nun kendi sinemasını bizzat tarif ettiği söyleşiler sayesinde net tanımlara varıyoruz.
Daha önce Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan ve Derviş Zaim’i konu edinen Yönetmen Sineması dizisinin son iki kitabı, ‘Türk sineması nereye gidiyor?’ sorusuna verilmiş türlü cevaplardan oluşuyor. Biri serüvenini-maalesef-tamamlamış, diğeriyse an itibariyle serüveninin zirvesine yakın bir yerde-belki de zirvesinde- duran iki önemli yönetmenin dünyasına ilk kez ışık tutmuş olmaları açısından dikkate değer yapıtlar.
Sema Karaca