Entelektüel yayıncılıkta yeni bir açılım.

Batı Edebiyatı'nda Müslüman Kadın İmajı

Batılı ülkelerin Müslüman bir ülkeye hamle yapacakları dönemlerde ise bu mit, batının kendine biçtiği kurtarıcı ve özgürleştirici misyonun en etkin silahı olarak yeniden parlatılır. Mağdur Müslüman kadın miti söylemi tarihsel bir bağlam içermeden kullanılır ve böylece mağduriyetin Müslüman kadının özünde bulunduğu yanılsaması üretilir.  
 Suriye asıllı bir karşılaştırmalı edebiyat doçenti olan Mohja Kahf, Küre Yayınları tarafından yayımlanan “Batı Edebiyatında Müslüman Kadın İmajı” adlı araştırmasında şu soruyla yola çıkıyor: “Benim, Müslüman bir kadın olarak, ‘Müslüman kadın’ın baskın Batılı temsillerinin insanı takatsiz bırakan etkilerini, onun da içinde yer aldığı metinleri tersinden bir okuma stratejisiyle savuşturmamın bir yolu var mı?” Kahf sürekli referans verilen bir tarihe karşı çıkmak için önce onu çözümlemek gerektiği fikrinden hareketle 11. yüzyılın ortalarından 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanan bir süreçte Batılı anlatılarda Müslüman kadının temsillerini “tersten” bir okumaya tâbi tutuyor. Araştırmanın girişinde yazar, bu imaj söz konusu olduğunda “Müslüman kadın” tanımlamasının etnik, ırksal hatta dini sınırların ötesinde bir alanı işaret ettiğini vurguluyor. Kahf’ın Ortaçağ metinlerini (özel olarak da La Chanson de Roland’ı) ele aldığı ilk bölüm çarpıcı bir anekdotla açılıyor; ders verdiği lisans öğrencilerine bu anlatıdaki Müslüman kadının hikâyede nasıl bir rol üstlenmiş olabileceğini soran Kahf, “edilgen ve kapatılmış” cevabını alır. Oysa gerçek bunun tam tersidir, çünkü Ortaçağ’da İslam dünyası iktisadi, siyasi ve teknolojik olarak Batı dünyasından kat kat ileridedir ve Müslüman kadın imajı da buna bağlı olarak kudretli, güçlü, neredeyse şirret bir karakterdir. Örnek metin olan La Chanson de Roland’da Müslüman kadın güçlü, zengin, şirret ve arzulu iken Hristiyan kadın sessiz, kapalı, kendini yok etmeye gönüllü pasif bir karakterdir. Ortaçağ metinlerinde ideolojik hareketin yönü Müslüman kadının özgürleştirilmesi değil tam tersine itaatkar kılınması biçimindedir. Metinlerde Müslüman kadın Hristiyanlığa geçer ve tüm hazineleriyle birlikte Batılı erkeğe kendini teslim eder. Bu, İslam’ın zenginliklerinin fetihle Batıya geçirilmesi hülyasının kadın bedeninde cisimleşmesini sağlar.

Rönesans metinlerinde Müslüman kadının yeri olağanlaşır. Kahf bunu “aldırmazlık süreci” olarak tanımlıyor. Rönesans metinlerinde İslam dünyası ile Avrupa’nın birlikteliği iyi ya da kötü değil yalnızca olağandır. Bu durum sadece Rönesans’ın içerdiği hümanist yönelim yüzünden değil; Rönesans’ın uç verdiği Akdeniz’in çeşitli toplumlardan insan ve malların bir arada bulunduğu tek merkezli bir pazar oluşundan da kaynaklanır. Modern çağlarda Müslüman kadının “simgesi” olacak örtü ve haremden ise ancak 17. yüzyılda söz edilecektir. Daha önceki metinlerde örtü, Avrupalı kadınlarca da kullanılan bir giysi olduğundan özel olarak Müslüman kadını niteleyen bir unsur değildir. 1605’te yayımlanan Don Kişot’tan sonra “örtü ve sessizlik” Müslüman kadının alamet-i farikası haline gelir. Don Kişot’ta Müslüman kadının giydiği “örtü ve sessizlik”, İspanya’nın 16. yüzyılda giriştiği Mağripli katliamının alegorisidir.

17.yy’da kötü, siyahi ve tehlikeli Müslüman kadın yerini; iyi, beyaz ve pasif Müslüman bakireye bırakır. Yine 17.yy’da Batı haremi keşfeder ve Müslüman kadını hep orada olmuşçasına oraya zincirler. Artık Müslüman kadın yalnızca, haremdeki bir esirdir; mutlak bir despotizm altında inlemektedir. Cahil ve hayvani bir yaratıktır ve ancak romantik (Batılı) kahraman tarafından kurtarılabilir. Aydınlanma ise aynı Müslüman kadının mutsuzluğunu ilan ederek onu pasifleştirme zincirine bir halka daha ekler. Haremdeki “Müslüman kadın”ın mutsuzluğu dahi Batılı tahayyülde şekillenmekte ve yine orada ifade edilmektedir. Batının İslam topraklarında yayılmasıyla eş-değer biçimde gerileyen ve pasifleşen Müslüman kadın imajı; Batılı kadının tanımlanmasında da kilit bir rol oynar. Batı bir yandan İslam topraklarında yayılırken bir yandan da kendi içinde yeni bir düzenlemeye gitmektedir. Kapitalist üretim biçimleri içinde cinsiyete dayalı işbölümünün düzenlenişi yeni bir kategoriyi, “evcimen kadın”ı ortaya çıkarır. Kadınlara giydirilmeye çalışılan bu yeni kriter hem aristokratik gelenekle hem de işçi sınıfının eğilimleriyle çatıştığından birleştirici ideolojik ancak bir olumsuzlamayla mümkün oldu; mağdur edilen Müslüman kadın. Bu taktikle, yeni kategorilere muhalif Batılı gruplara eleştirebilecekleri bir toplumsal alan sunulmuş oldu. Bir anlamıyla yerleşik “mağdur Müslüman kadın” imajı, Avrupalı kadını da zincirleyen bir imaj olarak son halini böylece almıştır, denebilir.

Kahf’ın 17. yüzyılda batıda yazılmış bir şiirden aktardığı şu mısralar, Batının yarattığı Müslüman kadın imajının hangi hülyaları yansıttığını gözler önüne seriyor: “Ve kadının şehri ve devleti yittiğinde,/ İşte o zaman erkeği onu ziyadesiyle sevdi ve onurlandırdı”. Batı Edebiyatında Müslüman Kadın İmajı, Müslüman kadınlar hakkındaki basmakalıp tanımlamalara verilmiş bilimsel bir cevap.


 

Kaynak : http://www.haber7.com/haber/20060511/Bati-Edebiyatinda-Musluman-Kadin-Imaji.php