Entelektüel yayıncılıkta yeni bir açılım.

İki kültür ve dinî değişim

Bir toplumsal varlık olarak insanı, insanın toplumsal yaşamıyla ilgili fenomenleri araştıran, farklı yer ve zamanlarda ortaya çıkan ırkları, dilleri ve kültürleri inceleyen bir disiplin olarak tanımlanan antropolojinin dört ana dalı vardır. Bunlar felsefi antropoloji, fizikî antropoloji, sosyal antropoloji ve kültürel antropoloji diye sınıflandırılabilir. Kültür, insan toplumunun sosyal olarak kuşaktan kuşağa aktardığı maddi ve manevi ürünler bütünüdür ve kültürlere ait bilimsel araştırmalar kültürel antropolojinin içeriğini oluşturur. Kültürel antropoloji alanında dünyanın en önemli düşünürlerinden biri olan Clifford Geertz’in (1926-2006) 1968 yılında yayımlanan Islam Observed isimli öncü çalışması İki Kültürde İslam: Fas ve Endonezya’da Dini Değişim başlığıyla Küre Yayınları tarafından dilimize kazandırıldı. Düşünceleri yalnızca antropoloji alanında değil, sosyal bilimlerin tüm disiplinlerinde etkili olan Geertz, metodolojik olarak pozitivizmi reddeder ve yorumsamacı yaklaşımı benimseyip yepyeni bir kültür anlayışı geliştirir. Kültürün ortak simgeler ve anlamlar sistemi olduğunu düşünür ve bunu örümcek ağı analojisiyle şöyle ifade eder: “İnsan kendi kendine ördüğü anlam ağında asılı bir hayvandır. Kültürü bu ağlar olarak ele alıyorum.” Antropolog o anlamlar ağını bir metin olarak kabul edip çözmeli ve yorumlamalıdır. Geertz’in The Religion of Java (1960) ve İki Kültürde İslam (1968) gibi saha çalışmasına dayalı kitaplarının yanı sıra Türkçeye daha önce çevrilmiş olan Kültürlerin Yorumlanması (1973) ve Yerel Bilgi (1983) gibi teorik yazılarını bir araya getirdiği eserleri de bulunuyor.

Karşılaştırmalı İslam

İki Kültürde İslam: Fas ve Endonezya’da Dini Değişim’de Geertz, İslamiyet’in bu iki farklı yerellikte nasıl doğduğunu, nasıl gelişip yaşandığını ve nasıl dönüştüğünü mukayeseli olarak ele almış. İki ülkede de uzun müddet alan çalışmaları yapmış. Toplumsal yaşama anlam çerçeveleri dâhilinde yaklaşıp dinsel değişimin iktisadi gelişmelerle, geleneksel ve siyasi yapılarla, köy ve aile hayatıyla etkileşimini başarıyla çözümlemiş. Geertz, İslam’ın tarihsel, ekonomik ve kültürel olarak farklı yorumlarının ve görünümlerinin olabileceğini savunuyor ve bir İslam toplumunun sabit bazı özsel niteliklerle açıklanabileceğini düşünen oryantalist yaklaşımı kabul etmiyor. Geertz’e göre Fas’ın önemli özelliği kültürel ağırlık merkezinin büyük şehirlerde değil, onları taciz eden ve sömüren ancak bunun yanı sıra gelişmelerini de belirleyen hareketli, saldırgan kimi zaman birleşmiş kimi zaman dağınık haldeki kabilelerde olmasıdır. Fas’ta İslam medeniyetinin kurucu kuvvetleri kabilelerden gelmiştir. Endonezya ise kabilevi olmaktan uzak, Hıristiyan dönem boyunca özellikle baskın merkezi Java’da bulunan esasen bir köylü toplumuydu. Klasik Endonezya medeniyeti ilk elde İslami olmaktan çok Hintliydi. Endonezya’da İslam bir medeniyet inşa etmedi, bir medeniyeti kendine mal etti. Belirli düşüncelerin, eylemlerin ve kurumların, dinsel inancı -yani bir gerçekliğin zaman aşırı kavrayışına ısrarla bağlanmayı- nasıl besledikleri ya da besleyemedikleri sorusu kitabın esas problematiği olarak ortaya konulmuş. Geertz’e göre bu gerilim bir ikilemi doğuruyor: Kitabilik ile bir çeşit halk dindarlığı ikilemi. Kitabilik dinsel-zihinliliktir ve dini kanaatleri elinde tutmaya çalışmaktır, halk dindarlığı ise gerçek dindarlıktır ve dini kanaatler tarafından tutulmuş olmaktır ona göre. Bu ikilemi, ikisi de ülkelerinin İslamlaşmasında etkili oldukları düşünülen iki tarihsel figür üzerinden açımlıyor Geertz. Biri ahlâki kuvvete dayanan Faslı Sidi Lahsen Lyusi, diğeri ruhi dengeye dayanan Endonezyalı Sunan Kalidjaga. Lyusi kitabiliği yani dinsel-zihinliliği temsil eder, skolastik, yasalcı ve doktrincidir. Kalidjaga ise gerçek dindarlığın, denge ve farklılığın, özgürleştiriciliğin simgesidir. Geertz bu iki metafordan kitabilik ya da dinsel-zihinliliği değil halk dindarlığını tercih ederek kendi tezini şekillendiriyor.

    Kitabın üçüncü bölümünde Geertz endüstri devrimi, Batılı işgal ve hâkimiyet, aristokratik hükümet ilkesinin çöküşü ve radikal milliyetçiliğin zaferine uzanan yolda iki modern figürü öne çıkarmış: Başkan Sukarno ve Sultan V. Muhammed. Kronolojik bir anlatımın yokluğu kitabı zayıf kılsa da modern dönemde politik gücün meşrulaştırılması ve bu gücün nasıl kullanıldığı detaylı olarak ele alınmış. Son bölümde sekülerleşen toplumlarda din ve dindarlık analiz ediliyor. Düşüncenin sekülerleşmesinin meydan okumalarına her iki ülkedeki İslami pratiklerin karşı koyma biçimleri incelenmiş. Fas’ta dini hayat ile gündelik hayatın içeriği arasındaki kopukluk neredeyse manevi şizofreni noktasına varmıştır. Endonezya’da ise hayatın dini, felsefi, siyasi ve bilimsel bütün yönleri bir kapalı semboller ve soyutlamalar bulutu içindedir. Bu ülkelerde büyük değişimler ortasında, bu değişimlere verilen yerleşik cevaplar gibi büyük ikilemlerin de sürüp gittiği sonucuna ulaşıyor Geertz.

Geertz’in getirdiği iki yenilik

Geertz’in kitabının modern toplumlarda dinin rolünü anlamaya yönelik yaklaşımı, ilk okur kitlesi için olduğu kadar bugün bizler için de merkezi önemde. Kitap, dinler tarihi ve İslam çalışmalarındaki tekçi, bütüncü, birleştirici bir dini öz anlayışındaki önceki geleneğe meydan okuduğu içinse hâlâ değerli. Geertz karşılaştırmalı din ve antropoloji çalışmalarına iki kavramsal yenilik kazandırdı. Tikel olana yoğunlaşmak suretiyle mukayese yapılabilecek kısmi benzerliklere dayalı bir strateji önerdi; antropoloji ile tarih arasındaki akademik eğitim ve yazım tarzlarındaki pratik mesafeyi kapattı. O, şu sözleri cesaretle söyleyebildiği için unutulmayacak: “Din söz konusu olduğunda Doğu ve Batı’nın hikâyesi aslında onların aynı çıkmazın farklı biçimlerine ulaştıklarının ya da daha doğrusu ulaşmakta olduklarının hikâyesidir. Batı’nın manevi açmazı neye inanmak sorusu, Doğu’nunki ise neye inanmaktan çok nasıl inanmak sorusudur. Toplumsal, kültürel ve psikolojik yani insani bir fenomen olarak görüldüğünde dindarlık sadece hakikati veya hakikat olarak görüleni bilmek değil hakikati tecessüm ettirmek, yaşamak ve kendini hakikate kayıtsız şartsız adamaktır.”

 
Bölüm: Edebiyat
Sayı: 82

Kaynak : http://kitapzamani.zaman.com.tr. sayı: 82